Selinciğim, güzel soru… Ben hayatımı ikiye ayırıyorum bu konuda. Babanın aktif hayatı,
babanın emekliliği.
Eskiden ben de annem gibi kendime çok özen gösterirdim. Sevgili komşularım Oya ve Bilge; bana ‘”Ne zaman işlerini bitiriyorsun, ne ara makyaj yapıyorsun?” derlerdi.
Giyim kuşam konusunda sizin de çok dikkat etmeniz gereken dönemleriniz olmuştur. İkazlarımızı bilmem hatırlar mısın. Baban kıyafetini beğenmediği için uçak yolculuğumuzun salonunu değiştirmişti. Kravat konusunda ağabeyini uyarırdı. Ağabeyin hiç itiraz etmez ama sen çok az da olsa bizimle kişilik çatışmasına girerdin.
Baban çok sık yurt dışına giderdi. Giyime, kuşama, makyaj malzemelerine, daha doğrusu bakımlı olmamıza çok meraklıydı. Hepimizin bütün ihtiyaçlarını harika zevkini katarak yurdışından getirirdi. O zamanlar ülkemizde daha görülmemiş herşey önce bize gelirdi. Tabii çok keyifliydi. Hayat çok kolaydı benim için.
Gelelim şimdiye… Sorumluluklarım çok ağır, bedenim yorgun. Saçımı sarmak, taramak için bile vakit bulamıyorum zaman zaman. Annemin tüm sorumlulukları benim. İnan ilk önce onun saçı, onu makyajı derken, eve gelip babanın ihtiyaçları, alış veriş, yemek yapmak ekleniyor. Bir bakıyorum; öğlen olmuş. Bir davete gideceksem, elime ne geçirirsem giyip, çıkıp yetişmeye çalışıyorum. Anlayacağın kaç kişi yaşıyorum bilmem.
Sakın bunları şikayet ediyorum sanma, mutlu mutlu yapıyorum. Ama son dakika bir daha annemi kontrol edeyim diye indiğimde, kıyafetimi beğenmeyince, moralim de bozulmuyor değil. Zaman darlığından yukarı çıkıp da üstümü değiştirecek bir lüksüm de yok zira.
Ama elimden geldiğince kıyafetime, hele babanla bir yere gittiğimizde çok dikkat ederim. En son mutlaka onun onayından geçerim. Olmamış derse değiştiririm. O da benim fikirlerime hürmet eder. Gençlere de bunu tavsiye ederim. Kılık kıyafetimiz duruşumuzdur. İkili hayatta bu duruşun uyumlu olması çok önemlidir.
Zamanla kilolandım. Doğrusunu istersen eski bedenimi özlüyorum. Hiçbirşeyi kendime yakıştıramıyorum. Hep koyu renkler giymek istiyorum. Geçen arkadaş toplantısına renkli giysilerimle gidince, benim canım arkadaşlarım ne çok tatlılar, hepsi çok mutlu oldular. Yeni nesle tavsiyem kilo kontrolünü hep yapmaları. Baban artık evde olduğu için benim için bu çok zor. Keyifli sofralar, lezzetli yemekler, denemeler, saymakla bitmiyor. Gel de yeme… Sanki evde her gün davet var. İyi ki de öyle. Hayatımız evde de olsa her an hareketli.
Bana sorduğun sorunun baş kahramını annem biliyorum. Senin de ondan ne kadar etkilendiğinin farkındayım. Annemi biraz daha anlatmakta fayda var. O örnek alınması gereken bir kadın. Her zaman sabah güne bakımla başlar. Giysileri, takıları, her zaman bakımlıdır. Evde bile hergün farklı ve de uyumlu giyinir. Sofrası itinayla hazırlanmadan yemek yemez. Babamı kaybettikten sonra bile bu konularda hiçbir zaman ödün vermedi. Kadın olmaya dair kuralları devam. Hasta bile olsa bakımını ertelemez. Hepimize, hepinize rol model. Kendine saygısı, misafire hürmeti… Bize de böyle öğretti. Onda ev giysisi diye bir şey görmedim hayatımda. Onu takdir ediyorum ve benim için yaptığı yapıcı tenkitleri çok seviyorum. Ama zaman zaman benim penceremden bakmasını da istemiyor değilim.
Bir kadın şartlar ne olursa olsun temiz ve bakımlı olmalı. Gelecek kuşaklara örnek olmalı. Ben şimdi hep Ece’yi düşünüyorum. İtiraf ediyorum sen bu konuda ikinci plandasın. Tabii ki Mekin’i de düşünüyorum. Günlük, spor, resmi kıyafetleri mutlaka olmalı. Artık büyüdüler. Sizinle birlikte resmi davetlere de katılacak yaşlara geldiler. Dolaplarında mutlaka ihtiyaç halinde ellerini attıkları zaman bulabilecekleri kıyafetleri olmalı. Anne baba olarak bu sizin göreviniz. Tabii onlar da sahip olduklarının kıymetini bilmeliler. Misafir ağırlarken, tiyatroya giderken, düğüne hazırlanırken neler giyileceğinin farkında olmalılar. Çocuklar her kuralı görerek öğrenecekler, bu nedenle ailelere çok iş düşüyor.
Biraz da değişen zamandan bahsetmeli. Annem ve anneannem kılık kıyafet anlamında kadını özel yapmak için şanslı bir jenerasyondu belki de. O zamanlar hazır giyim diye birşey yoktu hayatlarında. Bir Matmazel Mari’leri vardı. Terzileriydi. Çok kıymetlileriydi. Toprağı bol olsun. Biz de ablamla yetiştik Matmezel Mari’ye. Hepimize ne yakışır bilirdi. Model seçmek ayrı bir keyifti. Matmazel Mari, annemin gelinliğini de dikmişti. Şimdi albümlere baktığımda ne güzel, ne asil demekten kendimi alamıyorum. Bize de tayyörler, pandora kumaştan elbiseler, pilisole etekler, drape blüzler, ipekdomur kumaşlardan kokteyl elbiseleri, dira kumaştan paltolar dikerdi. Nur içinde yatsın. Bana çok şık bir kırmızı palto dikmişti. Hala onu giydiğim zaman nasıl fark yarattığımı anımsarım. İlle de her yere giderken giymek isterdim, okula bile… Annem izin vermezdi, özel günler için dikildiğini yumuşak bir şekilde anlatmaya çalışırdı. Düşünsenize günümüzün moda tabiriyle “pişti”olmak diye birşey yoktu. Anneannem Ankara’da at yarışlarına gider, yabancı diplomatların giysilerinden model çıkartırdı. O da giyimine çok düşkündü. Albümlere baktığımızda bu kıyafetlerden gözlerini alamıyor insan. Hemen hemen her kıyafetin şapkası vardı. Annem de şapkaya çok meraklıydı. İşlemeler, hele boncukla işlenmiş şal desenleri bir zamanlar çok modaydı.
Her kadının lastikotin kumaşından dikilmiş tayyörü olurdu. Hatta annemin nikah kıyafeti şapkalı, böyle bir tayyör. Gelinliği ayrı… Şimdilerde bizlere, sizlere garip gelen kumaş isimleri var bir de. Empirme desenli şifonlar… Yazların olmazsa olmazlarındandı. Tafta, ipek tafta, kadife, ipek kadife… Annemin gardrobundaki bu kıyafetler, gerçekten anlatılamaz. Bizim genç kızlık dönemimizde başladı hazır giyim. Ama yine de ben de ablam da gideceğimiz yerde aynı giyimli bir kişiyle karşılaşmak istemezdik. Matmazel Mari’nin gelmesini heyecanla beklerdik.
Selinciğim benim anladığım yaşlardan itibaren, şimdiyi karşılaştırdığımda.. .Hani hep çok şey değişti diyoruz… Gerçekten çok şey değişti. O yıllarda en büyük eğlence, sinema, tiyatro, opera… İlk geceler, gala geceleri, çok daha özenli giyilirdi. Özellikle operaya uzun giysilerle gidilirdi. Hatta smokinli, papyonlu erkekler de hanımlara eşlik ederlerdi. Gün içindeki matineler değil ama suarelerde de elbise, kravat, kürk, yakası kürklü paltolar giyilerdi. Vestiyerlerin işi zordu anlayacağın. Nasıl bir dikkatse, hiç karıştırmadan teslim yaparlardı.
Ben de hasbel kader yetiştim… 1950’li, 60lı yıllarda 10-12 yaşlarımda, genç kızlığa ilk adım attığım yıllarda anneme, babama, ablamla birlikte eşlik etmeye baslamıştım. Site sineması yeni açılmıştı, Konak sineması çok popülerdi. Tan ve İnci sinemaları vardı. Babacığımın görevi nedeniyle herbirinde özel yerlerimiz vardı. O yaşta bir çocuk için paha biçilmez değerlerdi. Saray ve Şan sinemasındaki klasik müzik konserlerine her hafta giderdik. Annem saçlarımızı özenle tarar, kilot çorap, elbise, pırıl pırıl ayakkabılar giyerdik… Bir gün bile pantolonla gittiğimi bilmem. Zaten teklif etmek de aklımın ucundan geçmezdi. O yıllara kadar, annem ve babamın akşamları çok güzel hazırlanıp gittiklerine şahit olmuştum. Hilton Oteli’nin de açılışı o yıllara denk gelir. İlk göz ağrımız. Benim için özel bir değeri var. Canım arkadaşımız Ersin’ciğimizin de orada gece müdürlüğü yapması, daha sonra da uzun yıllar Hilton’dan kopmamamıza neden oldu. Hilton’a 5 çayına gitmek, canlı müzik dinlemek de çok popülerdi. Akşamları “roof”ta içki içmek. Ne şıklık, ne saçlar, ne topuzlar, nasıl güzel bir enerji hayal dahi edemezsin. Bu arada Divan Oteli de çok populerdi. Orada da 5 çaylarının çok özel bir yeri vardı. Herkes biribirini tanır. Müzik hiçbir zaman bangır bangır olmazdı. Konuştuğumuzu duyardık. Kulağımızdaki hoş seda eve gidene kadar kalırdı. Bunlar kış eğlencelerimizdi. Yazlara gelince; Büyükada’daki iskele meydanını hatırlıyorum. İnan görsen “kokteyl mi var” diyebilirdin. Akşam ekspres vapurlarının geliş saatlerine yakın, kalabalık toplanmaya başlar. Eşlerini bekleyenler, sevgilisini bekleyenler… Herkesin yeri belli, insanlar en şık giysileriyle, çocuklar da özenle giydirilmiş, babalarını karşılardı. Şimdi de karşılama var belki ama parmak arası terlikler, spor ayakkabılar, bana çok kızan olacak belki ama mukayese bile yapamam. Kulübe giderken de her yaşa göre giyim, çok özenliydi. Gece uzun elbiseler tercih edilirdi. Zira yemekten sonra gece kulübüne inilirdi. Meraklıları bakara salonuna, oyun salonuna giderlerdi. Çok güzeldi, herşey çok şıktı.
Lokantalardan genelde pazar günleri gidilen, Abdullah Efendi vardı; Emirgan’da. Boğaz’da Façyo. Bebek’te Süreyya. Çok özeldiler. Beyoğlu’nda Rejans, yine çok şık pastaneler vardı. Markiz, Lebon gibi… İnan şapkalı, kürklü, ethollü gidilen yerlerdi…
Bunlar geçmişte kalmış güzel anılar. Aynılarını beklemek yanlış olur belki ama özenmek önce kendine saygı, sonra gittiğin yere ve beraber olduklarına saygıdır. Çocuklara mutlaka öğretmek lazım. Spor ayakkabı ile kotla bir akşam yemeğine gitmemeleri gerektiğini bilmeliler. Sinemaya, tiyatroya giderken de özenmeliler. Sanatçıya saygıyı öğrenmeliler. Selam vermeyi bilmeliler. Bir topluluğa girerken nasıl davranacaklarını içselleştirmeliler. Aslında aklımda kalanları, iz bırakanları sana bir çırpıda yazdım. Devir değişti diyen çok olacak ama ne yapabilirim, güzeldi, çok özlüyorum o yılları.
Çok güzel bie yazı ellerinize sağlık Zübeyde Teyze’ciğim