Selin’ciğim ben de senin gibi büyük ve kalabalık sofralar kurulan bir ailede büyüdüm. Annem de babam da cok meraklılardı yemeğe ve sofra düzenine. Çevreleri çok genişti, çok sevilirlerdi. Ailenin yaşlıları bile “gençler bize gelin”diye beklemezler annemle babamı sık sık ziyarete gelirlerdi.
Sevgi dolu ve adaletli yapılarıyla çok insanın yuva kurmasına sebep olmuşlar, ihtiyacı olanlara yardım etmişler, çok insanı büyütüp yetiştirmişler, okutmuşlardır. Büyük ailemizin, kendi ailelerinden uzak İstanbul’da okuyan gençleri de bizim evimizde okumuştur. Leyli olup da haftasonu bize çıkanlar da olurdu.
Bunları niye anlatıyorum dersen; bir evin şansının, mutfağının bitmek tükenmek bilmeyen bereketinin bu paylaşma ve vefa ortamından kaynaklandığını düşünüyorum.
Babam cuma alışverişlerini, geleni gideni aşağı yukarı hesaplayarak ona göre yapardı. Tabii listeler annemden. Ani gelenler için evde tatlı yoksa, annem sihirbaz gibi mutfağa girer, lalanga yapardı. Yani anlayacağın ben böyle bir evde büyüdüm. İyi niyetin olduğu, gerekirse yoktan var eden bir evde…
Ben de bu gördüklerimi uygulamaya çalıştım. Tanrı misafirinin kıymetini, ailemden öğrendim. Evde tuz bitmez, şeker bitmez, un bitmez, yağ bitmez, limon bitmez, daha saysam sayfalar alır. Annem söyler, babam alırdı. Belki inanmayacaksın ama miniannen ekmek bile almazdı. Annem evde üretendi, babamsa bizi dış dünyaya bağlayan, koruyan, kollayan kahraman.
Şimdi ben sevgiyle hem babamın hem annemin rolünü üstlendim. Bu görevleri bana verdiği için tanrıya binlerce kere şükrediyorum. Kendimi sizleri ve tüm sevdiklerimi bir sofrada toplayabildiğim her an özel hissediyorum. Kapı zili çalarken inan “Kim geldi?”den çok “Ne pişirebilirim?” diye geçer aklımdan. Hep böyle olması icin dua ediyorum. İnan canım hiç yorulmuyorum. Diyorum ya sihir aslında sevdiklerimde…
Fotoğraf: Burcu Ergin
No comments yet.